28 Mayıs 2013 Salı

3 Klasik Film - Mutlaka izleyin

Bu hafta izlediğim 3 klasik filmden bahsetmek istiyorum.

Hepsi de ayrı ayrı etkisine aldı beni. Akşamları gözümü kapattığımda birinin içinde buluyorum kendimi.

Belki de bir çoğunuzun izlediği ama benim adını duyup da izlemekte çok geç kaldığım filmler..

İlki Gandhi..



Mahatma  Gandi'nin hayatını anlatan 1982 yapımı biyografik film. 20. yüzyılın ilk yarısında İngiltere'nin Hindistan'da koloniler kurması ve Hindistan'ın durumu etrafında toplanan filmin yönetmenliğini Richard Attenborough yapmıştır. Gandi rolüyle Ben Kingsley, Akademi Ödülü aldı.

Filmi fazla iyimser buldum açıkçası. Ama yine de gerçekten insanı içine çekiyor. Ayrıca Gandi'nin ölümü sahnesinde 300,000 figüran kullanarak bir rekora imza atmışlar.

Diğeri Bugün Aslında Dündü (Groundhog Day )



Bir hava durumu spikeri olan Phil Connors, yapımcısı ve sevimli kameramanı ile birlikte Pennsylvania'daki Punxsutawney kasabasına geleneksel Groundhog Day şenliklerini görüntülemek için gönderilir. O gün, belki de Phil'in hayatının en kötü günüdür, ama bundan beteri de vardır: Phil'in karabasanı, her gün tekrarlanır. Artık her gün, onun için Groundhog Day yeniden yaşanmaktadır. Phil, o gün olacak her şeyi bildiği için bunun avantajlarını kullanmayı zamanla öğrenir. Ama, hayatının kadının kalbini kazanması için daha yapması gereken çok şey vardır.
 
Bütün filmi baş rolü Tom Hanks zannederek izlediğimi itiraf etmeliyim. Bi yandan da "noolmuş bu adama ya bu filmde chuckye benzemiş" diyip durdum. Meğer o değilmiş :)
 
Bu öyle bir film ki bittiğinde sanki kendimi gerçekten bir oyunun içindeymişim de hayatımda zorluk, sıkıntı, aşılmayacak bir şey yokmuş gibi hissetmeye devam ettim. Aman bugün olmuyorsa yarın hallederiz. Nasılsa hep aynı şeylerle savaşmıyor muyuz??
 
Sonuncusu ve beni en derinden etkileyeni : Into the Wild
 
 
Şu resmi eklerken bile içim bir başka oldu.

Anne ve babasıyla sorunları olan Christopher McCandless, 1990 yılında mezun olduktan sonra biriktirdiği 24.000 doları bir vakfa bağışlar ve hayatının seyahatine çıkmaya hazırlanır. Para ve maddiyatın mutluluk getirmeyeceğine inanır ve en büyük amacı Alaska'ya giderek oradaki vahşi doğayla iç içe yaşayabilmektir. Christopher çıktığı yolda hayatını değiştirecek birbirinden ilginç karakterle karşılaşacaktır.

Gerçek bir hayat öyküsü olduğunu unutmadan izleyin.

Öyle iyi bir oyuncu seçimi olmuş ki, Emile Hirsch gerçekten rolün hakkını vermiş. O kadar yakışıklı ve sevimli bir yüzü ve o kadar iyi bir oyunculuğu var ki film boyunca alıp bağrınıza basmak istiyorsunuz. Mutlaka izlemenizi tavsiye ettiğim için burada spoiler yapmak istemiyorum ama filmi hala hatırladıkça gözlerimin dolduğunu söylemem gerek.

İzleyenleriniz varsa neler hissettiğinizi merak ediyorum??


27 Mayıs 2013 Pazartesi

BİR BAŞARI-SIZLIK HİKAYESİ

Markafoni'nin girişimcisi Tolga Tatari anlatıyor :

Başarısızlıkla karşılaştığınız zaman neden başarılı olamadığınızı düşünün, çünkü her başarısızlık başarının doruklarına giden yolda yeni bir adımdır.”  demiş C. F. Kettering

Hakikaten de iş hayatında başarılı olmuş girişimciler genelde başarısızlık ile ilgili çok daha rahat konuşur, başarısızlıklardan, travması olmayan, alınması gereken dersleri alıp gerisini takmayacağınız, kolay atlatılır bir olaymış gibi bahsederler. Hatta bazı başarısızlık hikayeleri o kadar ilgi çekicidir ki başarılı girişimciler başarıya giden yolda yapılmış ufak kazaları ile övünür, göğsünü gere gere anlatırlar.

Başarısızlığı hazmetmek, her zaman özlü sözlerde olduğu gibi kolay olmayabilir. Hele bazı başarısızlıklar, özellikle 30′lu yaşları geçmiş girişimciler için kaybedilen vakit ve nakitin sonucu, “Aman canım, ders alıp geçtim” diyemeyecekleri travmaları yaratması kuvvetle muhtemeldir.
Ben de bu yazıda başımdan geçen, her ne kadar travmatik sonuçları olmasa da ve geçmişe bakıp gülümseyerek hatırlasam da nasıl dersler çıkarmam gerektiğini bilemediğim bir başarısızlık öyküsü anlatmak istiyorum.

Markafoni’yi yurt dışına açma kararını son derece hızlı aldık ve ilk denememizi Avustralya’da yapmaya karar verdik. Tüm zorluklarına rağmen markafoni Avustralya’nın (brandsexclusive.com.au) başarılı ve hızlı büyüyen bir şirket olması bizi cesaretlendirdi ve “eğer bu kadar uzak ve çok da iyi tanımadığımız bir pazarda başarılı olabiliyorsak bunu her yerde yapabiliriz” diye düşünmeye başladık. O zamanki yatırımcılarımızdan birinin referansı ile Güney Kore’de yaşayan ve profesyonel hayattan girişimciliğe geçme niyeti olan, Will Hugo Yong ile tanıştık. İstanbul’da yaptığımız gün boyu süren uzun topantılar sonucunda Will’e kanımız ısındı, güney Kore’deki ilk özel alışveriş klübünü kurma fikri hoşumuza gitti, Güney Kore’nin iştah kabartıcı rakamlarına heyecanlandık ve kararımızı verdik. markafoni’yi Güney Kore’de açmalıyız!

BrandMarka Login

Will ülkesine geri döndü, ofis arayışlarına girdi, şirket kuruluşu için girişimler başlatıldı, bir yandan web sitesinin tercümesi başladı (Korece klavyeler büyük bir mücadeleden sonra bulundu). Şirketin adına brandmarka koyuldu (neden sormayın, bu kelime oyununu oradaki ekibin pek bir hoşuna gitti) Amacımız Türkiye’de çalışan sistemin birebir aynısını orda kurmaktı. Yapılacak olan tek değişiklik kredi kartı ile ödeme adımında Türk bankaları yerine Güney Kore bankalarına bağlanmak olacaktı. Çalışmalar tam gaz devam ederken, hem oradaki ofisi görmek, hem ekiple tanışmak, hem de teknik toplantıları yapmak için 3 günlüğüne atladım uçağa ve 2010′un Mart ayında beni bekleyen süprizlerden bi haber Seoul’e gittim.

Seoul çirkin ama etkileyici bir şehir, sanki teknoloji olarak dünyanın bir 10 sene ilerisinde gidiyorlar. Şehrin bazı bölgelerinde kendimi Blade Runner filminin içerisinde gibi hissettim (daha o zaman Tokyo’yu görmemiştim). İlk günümü şehri gezmeye ayırdım, inanılmaz bir alışveriş çılgınlığı, neredeyse kundaktaki bebe cep telefonu ile oyun oynuyor, nüfusun neredeyse tamamı internet kullanıcısı… İştah kabartıcı!

Akşamüstüne doğru Will beni falcıya götürmesi gerektiğini, Seoul’deki en meşhur “iş falcısı!”ndan randevu aldığını, falcının Hyundai ve Samsung’un patronlarına fal baktığını, günde sadece bir kişiye fal baktığını, müşterilerinden para almadığını, eğer dediklerini uygular ve başarılı olursan büyük bir hediye vermen gerektiğini, bu falcıdan gün almanın inanılmaz zor olduğunu, o yüzden mutlaka gitmemiz gerektiğini söyledi. Ayrıca Koreliler için yeni bir işe başlamadan önce ortakların beraber falcıya gitmeleri önemli bir adetmiş. Daha fazla itiraz etmenin kabalık olacağını hissederek istemeden de olsa kabul ettim (ama içimden bir ses, eğer bu fal olayı bunlar için bu kadar önemliyse ve de bu falcı olumsuz konuşur, hele bir de “bu ortaklık yürümez” derse, işte o zaman saçma olur diyordu)
Arabayla devasa bir malikanenin önünde durduk, Will bu malikanenin falcıya Samsung’un sahibinin oğlu tarafından hediye olarak alındığını söyledi. Kapıyı sonradan falcının yardımcısı olduğunu anladığım genç bir çocuk açtı, Will önde ben arkasında hayretler içerisinde bomboş malikanenin içerisine girdim. Falcı belki 15 odalı bu dev yapının sadece bir odasını kullanıyor, geri kalanı mobilyasız, daha taşınılmamış gibi. Ayakkabıları odasının kapısında çıkardık, içeri girdik ve yere oturduk. Falcı yaşlı bir kadın, belki 90 yaşından fazla, elime baktı, yüzüme baktı, bir bardak suya baktı ve bitmek bilmeyen uzun uzun korece cümleler kurmaya başladı. Bir müddet sonra Will’in başta gergin olan suratının yerini bir gülümseme aldı ve o an farkettim ki Will için ortaklığımız o an daha yeni başlıyordu. Falcı benim başarılı olacağımdan, bol kazanç sağlayacağımdan iyi işler yapacağımdan, ortaklarımla iyi bir uyum içerisinde olduğumu söylemiş.

Bu sınavı da geçmiş olmanın verdiği güven ve falcının verdiği gazla otele döndüm. Gözümde dolar işaretleri 30 küsürüncü kattaki odamdan ortağım Sina’yı aradım ve heyacan içerisinde “Burası inanılmaz, sanki bir piyango çekilişi var, büyük ikramiye 1 milyar dolar, ve sadece 5 bilet var” dediğimi hatırlıyorum.

(Güney Kore’de başarılı olmak için %20′lik bir şansımız olduğunu düşünmek ne büyük saflıkmış.)
O üç günün geri kalanını yeni tuttuğumuz ofiste geçirdim ve İstanbul’a geri döndüm. Hummalı bir çalışma ile web sitesi hazırlandı, “local touch” için kısa bir süre Seoul’de çalışacak Güney Kore ekibi seçildi, Ekip atladı Seoul’e gitti, otellerine yerleşti ve çalışmaya başladılar. Yapılması gereken işler belli, süresi belli, maksimum 2 hafta.. Fakat günler geçiyor hiç bir ilerleme yok, neredeyse 1 aya yakın süre geçti, taş taş üzerine koyulamıyor, 5 dakika alacak düzeltmeler günler sürüyor.. Orada çalışan teknik ekibin günahını alarak söylene söylene uçak biletini aldım, 1 haftalık otel rezervasyonu yaptırıp teftişe gittim.
Sabah işbaşı yaptım ve kolları sıvayarak toplantıya girdim. “Açın bakalım ödeme sistemlerini, nesini entegre edemiyorsunuz ?”.  Toplantı başladıktan 4.5 saat sonra sinirden gözlerimin dolduğunu hatırlıyorum.

brandmarka Seoul ofisi ve ekibi
 
Akın, Emre ve Brandmarka ekibinin bir kısmı (Seoul)
Karşımda 3 Güney Kore’li, “Burada ne yazıyor ?” diyorum (sorduğum da korece yazılmış bir 4 harflik bir kelime), “haaa” ve “hooo” lar içerisinde, hiç durmadan bir şaşırma ünlemi ile minimum bir 15 dakika tartışıyorlar, cevap 2 paragraf. “Yahu 4 harfte bunu mu anlatıyor bu yazı, emin misiniz ?” diyorum, bir 15 dakika daha tartışıp bambaşka 2 paragraf ile cevap veriyorlar. “Blade Runner” gidiyor yerini bitmek bilmeyen bir “Lost in Translation” alıyor.

Güney Kore’de ingilizce bilen birilerini bulmak çok zor. Bulduğun ile de düzgün iletişim kurabilmek daha da zor. Herşeyden fenası Güney Kore’de bir isteğe “Hayır” demenin çok ayıp olduğunu, onun yerine “Evet” dedikten sonra yapmamanın daha terbiyeli bir davranış sayıldığını anlamam uzun, alışmam daha da uzun sürdü. Ve ben böyle bir ortamda talimatlar yağdırıyorum, yarısından çoğu boşa gidiyormuş!
cjmall.comBüyük bir mücadele ile web sitesini ayağa kaldırdık, hadi biraz trafik alalım da görelim dedik, Google yok. (Apple yok, Firefox yok, Linux yok, kullanmaya alıştığımız hiç bir şey yok). Bir şekilde siteye trafik alabileceğimiz bir kaç kanal bulup para yatırıp trafik almayı başardık ama bu sefer de alışveriş gerçekleşmiyor, binlerce ziyaret sonunda belki 1-2 sipariş alabiliyoruz. Koreliler “bu tasarım bize uymuyor, biraz daha renkli, daha dolu, daha hareketli olması lazım” diyorlar. Önüme koydukları, “işte böyle olmalı” dedikleri her bir örnekte moralim daha çok bozuluyor.

Hemen ertesi güne Güney Kore’nin en iyi tasarım ajanslarından birine apar topar randevu alıp kapılarına dayandım. Upuzun sesli harflerle ve ünlemlerle dolu yorucu bir toplantının sonucunda teşhis kondu, “Güney Kore halkı, Avrupalı gibi duran, ama aslında Güney Kore’li olduğunu bildikleri şirketlerden alışveriş yaparlar, eğer senin yabancı olduğunu anlarlarsa asla güvenmezler”. Adamlar resmen bana “hey dostum, biz burada yabancıları sevmeyiz” çekiyor.

E hani Kore şehitleri, Türk, Kore dostluğu, e hani Barış Manço ?

(Bu arada gerçekten de dünyanın en gelişmiş pazarlarından biri olmasına rağmen Güney Kore’de başarılı olmuş yabancı internet şirketi sayısı bir elin parmaklarını geçmez.)

Neyse paralar veriliyor, yeni tasarımlar yaptırılıyor, bir yandan mal bulmak için marka sahiplerinden toplantılar alınıyor ve Seoul’de bulunan en büyük moda markaları ziyaret ediliyor ama tavır çok benzer; önce lokal bir şirket olmadığını duyunca (ve görünce) gelen dudak bükme, ardından “Ben zaten 80 tane internet sitesi için planlamamı yaptım, seninle çalışmam için bana bir sebep söyle” diyor. Ve ben o dönemde bu soruya o kadar hazırlıksızım ki..

Biz o tarihlerde İstanbul’da “Biz eticarete inanmıyoruz, internet sitelerine de güvenmiyoruz, sizinle çalışmayız” söylemine o kadar çok alışmıştık ki, bu söyleme karşı markaları ikna etmek için onlarca taktik geliştirmiştik. Mesela çalışanlarımıza markafoni’nin ilk senesinde markalar ile toplantı alabilmek için internet şirketi olduğumuzu söylemeyi yasaklamıştık. Beyoğlu’nda mağaza açacağız mal almak istiyoruz diyerek toplantı alıp kapıdan içeri girdikten sonra “ama ana kanalımız internet olacak” diye çevirip markaları bağlamaya çalışıyorduk (ve bu numarayı bir seneye yakın kullandık). Hiç unutmam yine bu şekilde Puma’dan bir satış yetkilisi ile toplantı aldık. Şu an hala markafoni’de hem satışın başında hem de icra kurulu üyesi olan çocukluk arkadaşım Çağrı ile birlikte toplantıya girdik. Amacımız Puma’nin mallarını alıp markafoni’de satabilmek. Karşımızdaki satış müdürü daha oturur oturmaz internet sitelerinde satışa ne kadar karşı olduklarından, her gun arayıp mal almak için taciz eden ufak internet sitelerinden ne kadar rahatsız olduğundan bahsetmeye başladı. Daha biz araya giremeden de açacağımız mağazanın adresini sordu. O toplantıdan çıktığımızda Puma ile anlaşmıştık ama hayatımda yaptığım en zor toplantılardan biri oldu diyebilirim.

Gelişmiş bir pazar ile gelişmekte olan bir pazarın dinamiklerinin ne kadar farklı olduğunu da hayatımda ilk defa deneyimlemiş oldum. Güney Kore’deki marka sahipleri üretimlerinin yarısını internet kanalları üzerinden satmak için planlıyorlardı. 20 – 30 farklı internet şirketi ile çalışan markalar ile tanışıp, onlara bizim yaptığımız işin nasıl farklı olacağını, dünyadaki örneklerini anlatmaya çalışıyorduk. Durum Türkiye’de karşılaştığımızın tam tersiydi. Yine de toplantıların çoğu biran önce gitseler de işimize baksak tavrıyla geçiyordu ve yaşı ilerlermiş bir kaç kişi dışında da Güney Kore’de iş yapmaya çalışan bir Türk olmuş olmamın pek bir sempati ile karşılandığını da söyleyemeyeceğim. 5-10 toplantıdan sonra markalar ile olan görüşmelere benim gitmememin daha doğru olacağına karar verdik. Bir hafta kalırım diye gittiğim Seoul’den 2 ay sonra, aklımın bir köşesinde “E hani İlhan Mansız, hani Şenol Güneş?” soruları ile Türkiye’ye döndüm.

Her ne kadar dönüp baktığımda gülümseyerek hatırlasam da markafoni Güney Kore macerası 6 aydan biraz fazla sürdü ve bu 6 ayda sadece 19 sipariş almayı başararak hayatımda yaşadığım en büyük başarısızlık öyküsü oldu. Bütün bu hikayeden aldığım en büyük ders ise haddini bilmenin iş hayatında ne kadar önemli olduğu oldu.

Alıntıdır : http://www.tolgatatari.com/lost-in-translation/

22 Mayıs 2013 Çarşamba

ŞŞimdi Rek-lam-lar..

Hiç bi zaman televizyonun karşısına geçip izleyebilen biri olmadım. Ama bu son dönemde evde olduğumdan arada açıyorum.
Ve en sevdiğim kısmı rek-lam-laarr.
Sosyal medyanın yükselişinin tv reklamlarında da bir devrim yarattığı düşüncesindeyim. Reklamlar artık çok daha interaktif, Markalar tüketiciyi de reklamın içine çekiyor, bir parçası haline getirmeye çalışıyor.
E tabi bu durumda doğallığın ve yaratıcılığın sınırlarını zorluyorlar. 

Son dönemdeki en beğendiğim reklam filmleri :

DOĞTAŞ

 
hahaha doğallığına bayıldım. Her izlediğimde gülüyorum bu reklama :)
 
KOROPLAST
 
 
Yaratıcı çözüm önerileri sunan reklamın bir de bulaşık makinesinde ıspanak yıkayanı var :) Ayrıca Koroplast Facebook sayfasından da değişik tüyolar aldım.
Mesela toz şekeri fırın kağıdının arasına serpip üstünde ütü gezdirince pudra şeker haline geliyormuş. Çok değişik.. Yine Facebook sayfasında "Mucide Kadınlar" diye bir de kampanyası var. Buluşunuzu gönderip yarışmaya katılıyorsunuz. Açıkçası benim de aklımda bir buluş var, zaman bulabilirsem bir video çekmeyi düşünüyorum :)
 
HARBİ BİRACILAR
 
 
Bu da çok güldüğüm reklamlardan :) Efes Pilsen'in "birada şeker var mı?" sorusuna açıklık getirdiği Harbi Biracılar kampanyası. Bu serinin bir çok reklam filmi var. Hepsi de birbirinden yaratıcı ve eğlenceli :)
 
ARTEMA
 
 
hahaha bir filmde Engin Günaydın varsa eğlenceli olmaz mı. Bu adamın duruşu bile suratımda kocaman bir gülümsemeye neden oluyor :)
 
 
Sizin de böyle keyifle izlediği yaratıcı reklamlar var mı??

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Sana (cup)kek yaptımmm


                             

Hafta sonu çok şirin bir etkinlikteydik.
Decooks Academy ile cupcake yaptıııkkk !!
Şeker hamurlarını mıncıkladık, kremalara bulandık. Kek pişirmenin püf noktalarını öğrendik. Ama söylemem ;)
Merak edenler varsa Decooks Academy şu an yakala.co da kampanyada. Mutlaka deneyin derim..


Bizim için güzel bir masa hazırlamışlar.  

 




Kardeşim Ye Sür Sev ile katıldık bu etkinliğe..

 

Süsleme malzemeleri ve kalıplarımız..
 
 
                                             

        
                                               
 
Ben en çok bu bebişe bayıldım

        
                                                   

Önce yaptık, sonra da bi güzel yedik
  
                                                  
   
   
                                                  
 
 
Bunlar da benim yaptıklarım..
Yakında anne olacak çok sevdiğim bi arkadaşım için..
 
   
 
 
Cupcake ime Fırat konduu :)
 
   
 
 
Hem de sertifikalarımız..
 
     
 
Harikalar Atölyesi adaşım Meryem, önce katıldığı bir etkinlikte sabun yapımını denemiş. Şimdi ise evim kimya laboratuvarına döndü diyor. İnsanın keyif aldığı bir şeye kendini kaptırmaması işten değil. O güne özel bizler için küçük cupcake dekoratif sabunlar hazırlamış. Ne kadar ince..
 
    
 
Gelelim günümüzün mimarlarına. Dilek ve Esra yine kendilerini hobilerine kaptıranlardan. Finans ve İşletme mezunu, ama hayatlarına mutfaklarında devam etmek isteyen iki girişimci, cesaretli ve dünyalar tatlısı..
 

 
   
 
 
 
 
Decooks Academy Mecidiyeköy'de hemen Cevahir AVM'nin arkasında. Cupcake eğitimleri verdikleri gibi özel organizasyonlar da düzenliyorlar.
 Onlara ulaşmak için;
twitter : @CooksDeAcademy
 
 
 
Sevgiler...
 

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Reklam Turko 2013 blog yarışması



Reklam Turko 2013 yılın bloğunu seçiyormuş.

Ben bu acemilikle hele de 18 takipçiyle pek de iddialı sayılmam ama olsun az olsun bizim olsun :)

Bana rakip olmak isterseniz başvurular bu taraftan :)

12 Mayıs 2013 Pazar

Kendim olduğum bir gün...

Cuma günü Lezzet Dergisiyle Maslak Sheraton Otel'de Arzum sponsorluğunda Lezzet Mutfak Atölyesi etkinliğindeydik.
 
Çok eğlendik hem de pek öğrendik..
Sheraton Otel'in harika aşçıları Arzum'un mutfak aletlerini kullanarak harika yemekler pişirmeyi öğrettiler.
Son zamanlarda zaten sizin de fark ettiğiniz üzere Arzum'un son reklam kampanyasını çok başarılı buluyorum. Ayrıca yeni evli olduğum için ürünleri de iyice dikkatimi çekmeyi başardı. 
 
 
 
Çok dolu dolu bir gündü nereden başlasam şaşırdım resmen.
 
 
 
Çok güzel bir ortam hazırlamışlar. 10 kişinin aynı anda yemek yapabilmesi için tüm malzemeler mevcut. Ayrıca  yapacağımız yemeklerin tarifleri ve kullandığımız ürünlerin özellikleri, satış fiyatlarını bulacağımız kataloglar da yerleştirilmiş. 
 
Menümüzde cevizli enginar yaprağı çorbası, fırında dana incik ve tatlı olarak da incir hurma tatlısı var. Dilerseniz tariflerini resimlerden alıp deneyebilirsiniz. gerçekten hepsi nefis.. Hele de enginar çorbasını kesinlikle denemeli, denetmelisiniz ;)
 
 
 
 
                                         Çorbamız..
 
 
 Ana yemeğimiz
 
veeee şahane tatlımız..
 
Yemeklerimizi yaparken usta aşçılarımızdan işin püf noktalarını ve ilginç şeyler öğrendik.
Mesela artık tahta kaşıkların restoranlarda yasaklandığını, bakteri barındırdığı ve yıkandığı deterjanı içine emdiği için hiç de sağlıklı olmadığını öğrendik. Çok şaşırdım açıkçası. Ama evlerimizde kullandığımız teflon tencereler bir iki metal kaşık darbesiyle bile çiziliyor ne yazık ki :(
 
Ama çok enteresan yeni bir şey daha buldum. Arzum pişirici!!
Ya ben aşık oldum bu alete gerçekteenn..
İnanılmaz bir ürün.. Bununla artık ocağınızı temizleme derdi yok :) Tabi ben işe o açıdan bakıyorum :)
Ama gerçekten aletin yapamadığı yok. Soteleme, ızgara, çorba, kızartma herbişey.
Ayrıca tatlıyı yaparken o incirleri metal kaşıklarla bastıra bastıra ezdik ama en ufak bir çizik bile yok. Tamamen çizilmez bir yapısı var ve yıkanabiliyor.
 
 
Bu arada hediyelerimiz :
 
 










 Tariflerden bi kısmını hemen denedim bile.. Gerçekten çok detaylı ve her evde olması gereken bi kitap.

Lezzet dergisi ve Arzuma bu keyifli organizasyon için çok teşekkürler.


 
 

9 Mayıs 2013 Perşembe

Vichy Idealia BB Krem Deneyimleri

BB kremleri duymayanınız kalmamıştır artık sanırım. Vaat ettikleriyle renkli nemlendiricilerin de ötesine geçen bu BB kremler ne işe yarar? Önce işe bununla başlayalım.

BB kremlerin renkli nemlendiriciden farkı aynı zamanda cildinize bakım da yapıyor olmalarıdır. Vichy Idealia ise diğer BB kremlerden farklı olarak kırışıklık görünümü üzerinde de etkili olduğunu söylüyor. Vichy Idealia BB kremin faydalarını şöyle sıralamış:

- Işıltı vermesi
- 24 saat nemlendirmesi
- Kırışıklık görünümünü azaltması
- Cilt dokusunu düzeltmesi
- Koyu leke görünümünü azaltması
- UVA/B ışınlarına karşı koruması

Gelelim benim kişisel yorumlarıma:
BB kremi bugünkü makyajımda kullandım. Altına nemlendirici uygulama gereği duymadım, çünkü nemlendirmesi benim için yeterli geldi. Ki kuru ciltli bir insan olduğum düşünüldüğünde bu benim için güzel bir avantaj oldu. Idealia BB kremin iki renk seçeneği var ve benim deneyimlediğim açık ton. Başlarda acaba pembe alttonlu cildime sırıtır mı diye düşündüm ancak bu BB krem cildinizle bütünleştiğinde nötr bir hal alıyor ve o yüzden duruşu da gayet cildinizle bütünleşmiş oluyor.

Benim için en önemli noktalardan bir tanesi ise güneş koruma faktörünün bulunması. Vitiligo rahatsızlığımdan dolayı mutlaka güneş koruması kullanmam gerek ve günlük nemlendiricilerde ya da makyaj malzemelerimde böyle bir özellik bulunmasını öncelikle tercih ediyorum.

Fotoğraflarda da BB kremin cildimde nasıl durduğunu gözlemleyebilirsiniz.

Ben Vichy’nin BB kremini gayet başarılı buldum. Sizler de BB krem arayışı içerisindeyseniz Vichy Idealia BB kreme bir şans verebilirsiniz…

40 ml Vichy Idealia BB Krem’in tavsiye edilen tüketici satış fiyatı ise 49.90 TL.

https://www.facebook.com/VichyTurkiye
https://twitter.com/VichyTurkiye

İçerik: www.boyaynasindaben.com

Bir bumads advertorial içeriğidir.

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Shemellon dan header hediyelerim :)

Bloglar Mahallesinden buldum onu, ya da o mu beni buldu bilmiyorum ama bütün günümü bloğunda geçirdim çünkü çok keyifli.

Kendisi grafiker ve benim gibi çaylak blogerlara da tecrübelilere de gönüllü olarak header yapıyor.

İsteyenler ona buradan ulaşabilir.

VE benim hediyelerim (hemen de kullandım zaten :)


Tekrar çok teşekkür ediyorum

5 Mayıs 2013 Pazar

Hıdrellez dileklerim..


Bu gün Hıdrellez..
Yani bahar bayramı..
Bugünle ilgili pek çok inanç var.. 
Hızır ile İlyas'ın buluştuğu, kışın bitip yazın başladığı gün olarak bilinir halk arasında.
Dini kaynaklarda Hz. Hızır'ın Allah tarafından çeşitli mucize ve ilimlerle donatıldığı, onun olduğu yerde çöl bile olsa çiçekler açmaya başladığı, baharın geldiği bildirilir.
Bu mucize ve ilimler bilisel kaynaklarda da şu şekilde açıklanıyor:
Hz. Hızır astral seyahat ve zamanda sıçramalar yapmaya nail olmuş biridir. Ve bu sıçramalar sayesinde zamandaki büyük olaylara ve yardıma ihtiyacı olanlara destek olduğuna inanılmaktadır. İstanbul'un fethinde Fatıh'e destek olduğu, büyük Japonya depreminde muhtaçlara yardım ettiği ve Atatürk'e çeşitli zamanlarda yol gösterdiği kaynaklarda yer almaktadır. 
Bununla ilgili internette birkaç videoya bile rastladım. Merak edenler tık tık dk 1:26     26.sn

Dini kaynaklarda bu durum; ab-ı hayat suyundan içmiştir ve ölümsüzdür diye açıklanmaktadır. Gerçekten de Hz. Hızır'ın mezarı hiç bir yerde bulunamamıştır.


Bu kadar bilgi verdikten sonra gelelim bizim buralarda bayram gibi kutlanan hıdrellez şenliklerine.
Bu gün Parkormandayız. Dualar edip, dilekler tutup, göbecikler atıp, ateşten atlayıp gelicez
Tabi benim hıdrellez hazırlıklarım da var.



Dileklerim 2014 model bir araba, Bir ev, şuan çalışmadığım için 5000TL maaşlı (ama brüt değil, net!!) bir iş, bilezikler, ata liralar, Veeee sevgili eşimle aşkımızın hiççç bitmemesii.

Annem 3 kere aradı bugün aman kızım dileklerini kesip gül dalına asmayı unutma, bol bol da dua et diye..
Bi de bunun gün doğmadan kalkıp denize atması var :)

Hadi bakalım..
Hızır Aleyhisselam, sen bizim yanımızda ol, dileklerimizi duy, dertlerimizi rüzgar gibi üfür.. 



Dileklerimizi de astık, bekliyoruz..

3 Mayıs 2013 Cuma

Cevapsız Sorular

Cevapsız Sorular #2-Yufkayüreklikelgöbekli

* Her şey hakkında bir şey mi, bir şey hakkında her şey mi?
* Kendini hiçbir şeyde yeterli hissetmemek duygusunu iyiye yorabilir miyiz?
* Kendini sınıf birincisi olan komşunun çocuğuyla mı yoksa notları kötü olan komşunun çocuğuyla mı kıyaslamak daha doğrudur?
* Aşk; satranç mıdır yoksa tavla mı?
* Meslekten keyif almak mı, keyif aldığın şeyi meslek edinmek mi?
* Olimpiyat stadında ilgisiz yüz binler mi, küçük bir sahnede coşkulu otuz kişi mi?
* Doğru anı beklemek mi, doğru anı yaratmak mı?
* Kendini eleştirmek mi, kendini şımartmak mı?
* Tevazu erdem midir, kendine haksızlık mı?
* Tatmin olmak; alkışlanmak mı, kendi içine sinmesi mi?
* Sineye çekmek mi, yüzüne vurmak mı?
* Kendini ıspatlamak işle mi, sözle mi olmalı? Yoksa kendini bilmek yeterli midir?
* Hata yapma hakkı diye bir şey var mıdır, yoksa göz göre göre hata yapılması engellenmeli midir?
* Bir insanla sadece fiziki bir birliktelik, her iki taraf da kabul ediyorken, münasip midir?
* Egoyu okşamalı mı, köreltmeli mi?
* Kendin olmak nasıl bir şey? İnsan tamamiyle kendisi olabilir mi?

2 Mayıs 2013 Perşembe

makeup is rehab: ÇEKİLİŞ YAPIYORUM :)

makeup is rehab: ÇEKİLİŞ YAPIYORUM :):   Yarın 21 Nisan yani benim doğumgünüm :) Bu,benim uzun zamandır yapmak istediğim çekilişe de güzel bir bahane olmuş oldu. 2-3 aydı...

1 Mayıs 2013 Çarşamba

İtiraf Ediyorum Vol. 2

İtiraf Ediyorum : Benim arzum kendim olmak demiştim ya!!
Kendimden devam ediyim :)

İtiraf ediyorum:
Umumi tuvaletlere girdiğimde aynalara tırnağımla dokunmadan edemiyorum.. :)



Bi ara bütün haberler tuvaletlerde gizli kamera skandallarıyla sallanmıştı ya. İşte bu kameraları genellikle aynaların arkalarına koyuyorlarmış.

O tip aynalarda gerçek görüntüyle yansıma arasındaki olması gereken boşluk olmuyor. Yani camın üzerine yapılmış bir tür tek taraflı kaplama yapılıyor.






İşte bu haberden sonra ben de paronayağa bağladım. Ne zaman bi tuvalete girsem aynayı parmaklıyorum:) Son zamanlarda farkettim ki artık sadece genel tuvaletlerde değil, mağazalarda soyunma kabinlerindeki, misafirlikte girdiğim tuvaletlerdeki aynaları bile parmaklamaya başladım. :)

Evde nakış yapan tek çalışan kadın ben değilim ondan emindim ama bu konuda bi tek ben miyim merak ediyorum..